Hatırlıyor musunuz? Düştüğümüzde dizlerimiz kanardı annemiz öper hemen geçerdi. İşte tam olarak o yıllardan bahsetmek istiyorum. 80'ler ve 90'lar ben yaşım gereği daha öncesini bilmiyorum.
Behzat’ta ki o şekerci ablayı hatırlayan var mı? Yeraltı çarşısının en popüler dönemleri, hani Taşhan’da bir bayanın oturup bir bardak çay içmesinin ayıplandığı yıllar.
Şimdi her sabah Taşhan’da ki iş yerimi açtıktan sonra elimde çayım, Taşhan’ın muhteşem manzarasını izliyorum. 17.yüzyılda inşa edilen bu han Anadolu'nun en büyük hanlarından. Kesme taş ve tuğladan dikdörtgen planlı, açık avlulu, iki katlı yapı, birçok el sanatlarının yapıldığı, atölyeler olan bu hanın avlusunda bulunan büyük çam ve çınar ağaçlarının manzarası kale manzarası ile buluştuğunda görülmeye değer bir görsel şölen haline geliyor. Ve çayımdan bir yudum daha alarak eski günlerin acısını çıkarıyorum. Şu an bu yazımı Taşhan da yazıyorum. Akşam vakti el ayak çekilmiş, bir kaç insan var. Gaz lambamın ışığı aydınlatıyor ve tabi ki pikapta Müslüm Gürses klasikleri. Yazımı tamamlayıp gideceğim ve hanın o büyük heybetli demir kapıları yarın sabah tekrar açılmak üzere kapanacak.
Çocukluğumda evimiz Bey sokağındaydı şu an tarihi konak sayılan evlerden. Şu an Osman Paşa Konağı olan benim çocukluk yıllarımda ise görme engelliler okulu olarak kullanılan büyük tarihi konağın yanındaydı. Arka bahçemiz ile okulun bahçesi arasında yüksek bir duvar vardı. Görme engelli çocukların seslerini duyardık. Çocuk kalbimle onlar için dua ederdim. İki katlı ve ahşap olan evimizin merdivenlerinden büyük sünger yatağın üzerine oturup kayardık, bahçedeki havuzun etrafında koşuştururduk. Erkek kardeşim Battal Gazi olurdu, beni de kötü kalpli Hristiyan asker yapardı "savulun Battal Gazi geliyor" diyerek köşkte bulunan yastıklarla üzerime atları. Sokağın üst yoldan alt yola kadar çember çeviren çocuklar vardı. Saat kulesinin çan sesini beklerdik, eksik ya da fazla mı çalıyor diye kontrol ederdik. Hiç hatasız ilerlerdi o saat. O ilerlerken tabi zamanda ilerledi yıllar geçti ardından biz büyüdük saat kulesi daha da yaşlandı. 1902 yılında inşa edilen saat kulesi hala Tokat'ın ortasında dimdik tüm heybeti ile duruyor.
Şimdi ki Z kuşağı diye adlandırılan nesil o dönemler de yaşadığımız duyguları yaşamıyorlar. Ramazanda pide kuyruğunda bekleyen, akşam ezanı okunduğunda eve koşan, pazar banyosu yapan, saçlarından damlayan suyun sobanın üzerindeki dansını izleyen çocuklardık.
Tokat'ın yerli ailelerinin lakaplarla tanındığı günler. Çevirmeli telefonlar vardı. Telsiz telefonların hatta görüntülü konuşmanın olacağı söylenirdi hayret ederdik. Şimdi ki çocuklara ışınlanma olacak desek hayret etmezler. Ne zaman diye sorarlar, hayret ve heyecan duygusu olmaz. Peki ya kasetçalarlar, babam koyu bir Müslüm Gürses hayranıdır. Tüm kaset ve eski plakları mevcuttu, biz o yıllar Mustafa Sandal "bu kız beni görmeli" dinlerdik. Hatta kaseti için ablamla kavga ettiğimizi hatırlıyorum. Babam derdi ki "şimdi beğenmiyorsunuz ama ileride Müslüm Gürses'in şarkılarını çok seveceksiniz" sevdik babacığım yani biz babadan böyle gördük.
Ben bakkala ekmek almaya gönderilen evin ortanca kızı, siyah rugan ayakkabım, kokulu silgim, beslenme çantam, siyah önlüğümün kumaşı olmazsa olmazı o zamanların en popüler mağazası olan Sümerbank’tan alınmıştı.
Kardeşlerim ve ben Bey Sokağı’ndan el ele iner yüksek kahvenin önünden geçer şimdi yıkılan Cumhuriyet ilkokuluna giderdik. Yüksek kahve şimdiki adı ile demokrasi müzesi, yaklaşık 115 yıldır kahvehane olarak kullanılan üç katlı ahşap binada Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes gibi devlet adamları tarafından toplantılar düzenlenirmiş. Balkon bölümü de halka hitap için kullanılırmış.
Her yaz tatili başlangıcında Bey Sokağı’nda bulunan kuran kursuna giderdik. Ablamla yarış halindeydik ilk kim Alfabeyi ezberleyecek hangimiz ilk hatim yapacak derken okul açılırdı. Bizim çocukluk yıllarımızda yıkık dökük harabe olan ve kuran kursu olarak kullanılan Mevlevihane şimdi restore edilerek Tokat'ın gezilecek yerleri arasında ilk sırada yer alıyor.
Peki ya Karşıyaka o zamanlar hep bahçeli evler ve tarlalar vardı. Şimdi herkesin uğrak noktası olan alışveriş merkezi ve kafeler yoktu meyve hali ve fidanlıklar vardı. Yani bir zamanlar oralar bağ bahçeydi.
Sahi siz Doğancı Bağlarını bilir misiniz? Çocukluğumun her hafta sonu rahmetli halamın bağ evinde geçerdi. Mutfaktan tuzluğu alır taze domateslerin içine oturup koklayarak yerdim. Karadut ağacına çıkışım, elim yüzüm kıpkırmızı inerdim ağaçtan, birde heyecanla beklenen yılbaşı geceleri, ağaç süslemezdik, Noel Baba, geyikler bunları bilmezdik. Bizler her şeyde olduğu gibi yılbaşında da masumane ve güzel duygularla ailece halamın bağ evinde toplanırdık. Şimdiki gibi birbirinden şık ve pahalı restoranların hazırladığı yılbaşı partileri yoktu. Hatırladığım cim cim restoran vardı. Bayanlar oraya da gitmezdi.
Günler öncesinden hazırlıklar başlardı dolmalar sarılır, börekler açılır, pehlili pilav olmazsa olmazdı. Amaç yeni yıl kutlamak değil de tüm aile bir arada olmaktı. Ahhh Nerede o eski yılbaşı geceleri. Kestaneler sobanın üzerine dizilirdi. Sessiz film, isim şehir oynardık. Tombala olmadan yılbaşı mı olur. 1.çinko 2.çinko 3.çinko hoopp tombala. Bu oyunları hiç oynamayanlar nelerden bahsettiğimi tabi ki anlamadılar.
Kardeşlerim kuzenlerim geniş bir aile olarak hep bir arada büyüdük. Ablam otoriter ve disiplinli, ben evin sessiz kızı, küçük kız kardeşim her şeye ağlayan narin, nazlı kız çocuğu, en küçük erkek kardeşim de asla büyümeyen evin en yaramaz oğlu. Şimdi tabi hepimiz büyüdük ve yaşadığımız şehirde büyüdü, çocukluğumun geçtiği sokak artık turistlerin merakla gezdiği tarihi bir sokak oldu, şimdi mi güzel eskiden mi güzeldi tartışılır. Ama çok iyi bildiğimiz bir şey var ki hayat çok güzel ve yaşamaya değer. Eğer bu yazıyı okuduğunuzda size de çocukluğunuzdan kalma anıları hatırlatmayı başardıysam ne mutlu bana, sıcacık evinizde sıcak yürekler ile huzurlu, sevgi dolu günler dilerim. Yeni yıl hepimize sağlık, mutluluk ve huzur getirsin. İçinizde ki masum çocuğu yaşlandırmasın.
Sevgihan TELEK